İsveç’in Stockholm kentinde meydana gelen soygunda, 2 adam 4 çalışanı rehin altına almıştır ve bu rehin durumu tam 6 gün sürmüştür. Rehin alındıkları süreç içerisinde, rehin alınan bir kadın onu kaçıranlardan birisine karşı sempati duymaya başlamıştır. Bununla birlikte onu rehin alan saldırganların onu silah zoruyla tuttuklarını bilmesine rağmen sanki kendisini polisten koruyorlarmış gibi görmeye başlamıştır. Yaşamının ilerleyen zamanlarında ise kendisini rehin alanlardan birisiyle evlenmiştir.
Gerçek bir vakayı anlatan bu hikaye size bir şeyi çağrıştırdı mı?
Sizce neden mağdur olan bir kişi kendisini kaçıran ve rehin alan birisine karşı sevgi besler? Celladına aşık olmak normal midir? Bu gerçek bir sevgi midir?
Bu durumu nasıl açıklayabiliriz?
Bu durumu yaşayan birisinin duyguları, davranışları ve gösterdiği belirtiler neler olabilir ve daha fazla sorunun cevabı için şimdi Stockholm Sendromunu daha yakından inceleyelim.
Stockholm sendromu ne demek? Rehinelerin kendilerini kaçıran kişilere karşı paradoksal şekilde aşırı hayranlık duymaları, övgü ve olumlu duygular beslemelerini ifade eden psikolojik kavram Stockholm Sendromu olarak
adlandırılmaktadır.
Bu durum ve duygular, mağdur kişinin yaşadığı tehlike karşısında mantıksız görünmektedir. Bunun yanı sıra mağdur kişi kendisine istismar uygulanmaması durumunu bir nezaket eylemi gibi algılamaktadır.
Stockholm Sendromu uzmanlar tarafından tanımlanması ve açıklanması oldukça zor bir olgu olarak görülmektedir. İlgili alanda çalışan çoğu kişi, Stockholm Sendromunun genellikle bilinçsiz ve duygusal bir tepki olduğu konusunda hemfikirdir.
Bazı araştırmacılar ise Stockholm Sendromunu saldırganla özdeşleşme sürecine benzetmektedirler. Bu kavram ilk olarak Anna Freud tarafından tanımlandı. Bu kavrama göre kişi, kaygı yaratan otorite figüründen kendisini korumak için onunla özdeşleşme süreci yaşamaktadır. Yani bu özdeşleşme sayesinde, düşmanın olası cezalarından kaçınması sağlanmaya çalışılmaktadır.
Stockholm Sendromu mu Aşk mı?
Saldırganların eylemleri büyük oranda esir aldıkları kişilerden bir çıkar elde etme amaçlı olsa da esir aldıkları kişilere sundukları yiyecek, içecek, barınak hatta bir miktar şefkat dahi esirler tarafından farklı algılanabiliyor. Bu şefkat durumunu aşk olarak mı kabul ediyorlar?
Muhtemelen evet. Bu hisler de esirleri saldırganlara karşı itaat etmek, istedikleri şeyleri yapmak istemek ve hatta saldırgandan kaçmak istememek gibi mantıksız gözüken eylemleri yapmaya itebiliyor.
Evrimsel psikologlar bu durumu geçmişte yaşamış atalarımızdan yola çıkarak açıklamaya çalışıyorlar. Bir kabile tarafından bir kadın kaçırıldığında mağdur kadın hayatta kalmak için onu esir eden kabile ile bir bağ geliştirmeye çalışır. Bu bir hayatta kalma eylemi midir yoksa aşk mıdır?
Yani kaçırılan birey kendisini kaçıran kişiye aşık mı olmaktadır?
Aşkla ilgili sinirbilimsel bakış açısı ise aşkın Stockholm Sendromu durumunda ortaya çıkmadığını açıklamaktadır. Bu nedenle bu duygular aşkla ilgili değil açıkça hayatta kalma içgüdüsü ile alakalıdır.