Bir konuda zorlanıyorsunuz ve bunu bir arkadaşınızla paylaşıyorsunuz, arkadaşınız: “Olaya iyi tarafından bak, pozitif ol biraz…” ile başlayan bir cümle kuruyor. Çoğumuza tanıdık geldi değil mi? Hele de dünyanın içinden geçtiği şu zor ve anormal zamanda “pozitif ol, üretken ol, iyi yanlarını gör, kendini mutlu etmek için harekete geç, olumsuz düşüncelerden kurtul ….” mesajları bombardıman gibi her yerden yağıyorken, ilk kurduğum cümlenin tanıdık gelmemesi imkansız sanıyorum. Peki nedir bu sürekli “iyiye, güzele” odaklanma ve/ya zihnimizi o yöne çekme çabası? Bu ihtiyaç ve motivasyon nereden kaynaklanıyor?
Bunun terimsel karşılığı toksik pozitiflik; yani ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın kendimizi ve çevremizi olumluya yönlendirme çabası. Olumsuz duygulardan, olumsuz tarafı görmemize sebep olacak her şeyden ve herkesten uzak durmaya çalışmak; kendimizi sürekli pozitif olana motive etmeye çabalamak… Ne çok “pozitif” kelimesi geçti cümlede? Bunu defalarca yazsam da teknik olarak sadece olumluya odaklanmak aslında mümkün değil, hatta bir yerden sonra can sıkıcı bir hal almaya başlayacaktır bu ruh hali; zira olumsuz olanı kabul etmediğimiz sürece olumlu olanın verdiği geçici rahatlama hali sarsılmaya başlayacak.
Evet biliyoruz ki olumlu düşünme ile sağlık ve mutluluk arasında aslında önemli bir ilişki var. Evet yine yapılan pek çok araştırma olumlu düşünme halinin stres seviyesini düşürdüğünü, bunun da kalp sağlığından tutun da daha güçlü bir bağışıklık sistemine kadar pek çok etkisi olduğunu göstermiş, olumlu düşünmeyi daha uzun ve sağlıklı bir ömür ile ilişkilendirmiştir. Yani özetle olumlu düşünmenin, stresli zamanların potansiyel olumsuz etkilerine tampon görevi yaptığı düşünülmektedir.
Diğer yandan olumsuz olarak atfedilen, aslında güçlü ve yoğun olan, “üzüntü, hayal kırıklığı, öfke, kızgınlık, keder vb” gibi duygular “mutluluk, heyecan, iyimserlik” gibi hemen kucak açması ya da kabullenmesi kolay duygular değil. Dolayısıyla insani bir refleks olarak çoğumuz bu duygular ile karşılaştığımızda onları görmezden gelme, öteleme, bastırma, onların yerine daha “kabul edilebilir” olan duyguları koymaya çalışma eğiliminde oluyoruz. Ama biliyoruz ki o duygular görmezden gelsek de bir yere gitmiyorlar. Bir zaman geri dönmek üzere orada bekliyorlar.
Ölüm, hastalık, işsizlik gibi hepimizin temel kaygılarını harekete geçiren durumlar mevcutken ve önümüzde kocaman bir belirsizlik süreci varken “mutlu” olmak “pozitif” olmak çok zor. Ve mutlu olmamak, üzgün gergin hissetmek, tersini hissetmekten çok daha normal!
Duygusal dayanıklılığımızı sağlamlaştırmak istiyorsak bu duygulardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmek, onları anlamak ve olanlardan bir anlam çıkarmak durumundayız.